Eski çağlarda nüfuzlu, varlıklı tipler garip-gurebayı ezer, sömürür, ilelebet yoksulluğun pençesinde ezilmesi yönünde çaba harcarlardı.

Hatta onları kapısına köle alır, insanlıkla bağdaşmayan türlü muameleye tabi tutarlardı.

Alt tabakadakilerin açlıktan ağzı kokarken, bolluk içinde yüzen akbabalar, vurdumduymazlık edasıyla şen şakrak gününü gün ederlerdi.

Sömürü düzeni devam ettikçe, yaşama dair tüm zenginliklere kavuşacakları anlayışını güder ve bu düşünceyle yoksul sınıfındakini ezmekten, sömürmekten geri durmazlardı.

Dünyada ne varsa her şey onlar için yaratılmış, hizmetine amade edilmiş gibi düşünür, öteki olarak gördükleri zavallıları ise insan sınıfında bile görmezlerdi.

Geçtiğimiz yüzyıla kadar Amerikanlılar da benzer olumsuzlukları zencilere reva görür; Afrika kıtasının mazlum halkını kendi ülkelerine getirir, köle olarak çalıştırırlardı.

Bununla da yetinmez, onlara ikinci sınıf insan muamelesi yaparlardı. O kadar ileri giderlerdi ki; bindikleri toplu taşıma araçlarına bile o mazlum insanları almaz, ayıplar, hor ve hakir görürlerdi. Kısacası kendilerini ülkenin beyaz elitleri, onları da öteki olarak görürlerdi.

Günümüz dünyasında da maalesef benzer olumsuzlukların yaşanıyor olmasına üzülerek şahit olmaktayız.

Güya çağımızda insan hak ve özgürlüklerden bahsediliyor, demokrasiden dem vuruluyor, buna rağmen, eski çağları aratmayan kölelik zihniyetinin artarak devam ettiğine tanıklık etmekteyiz.

Diyeceğim o ki; düzen hep aynı… Kendisini beyazlar sınıfında tasavvur edenler, uydurmuş oldukları çağdaşlık kisvesiyle sömürü düzenini devam ettirmektedirler.

Dünyanın tapusunu cebinde taşıyan Karun’un, servetiyle birlikte lime lime yere gömülen içler acısı durumunu düşünen yok.

Gücüne güvenip haşa ilahlık taslayan Firavun’un, Hz. Musa’nın bedduasıyla suda gark olduğunu, keza “Yeryüzünün ilahı benim” diyerek, insanlara zulüm yapmakta ve köle gibi kullanmakta sınır tanımayan Nemrut’un topal bir sineğe yenik düştüğünü idrak eden yok.

Dün olduğu gibi, günümüz dünyasında da her gün varlığına varlık katarak Karunlaşanların, alt tabakada can çekişen emekçi zavallıları günde en az on iki saat çalıştırıp sömürenleri duyuyoruz.

Emeğinin karşılığını alabilmek amacıyla legal örgütlerin kapısını çalan ve buna rağmen hakkını alamamakla birlikte, zorbalar tarafından kapıya konulan gayri insani menfilikleri duyuyoruz.

Emeğe saygı duyulsun düşüncesiyle meydanlarda yasal hakkını arayan yığınla emekçinin içler acısı halini görmemezlikten gelen duyarsız bir toplumda yaşıyoruz.

Böylesine içler acısı olumsuzlukların yaşanıyor olması hem insanlık, hem çağdaş ve uygarlık, hem de demokrasi adına rezaletin dik alası olsa gerek.

İşin enteresan yanı; duyarlı vicdanları derinden yaralayan bu tür olumsuzluklar vaki oluyorken, sözü dinlenilir etkili ve yetkililerin vurdumduymazlıklarıdır.

İnancımızın, “Onların gözleri var görmez, kulakları var duymaz, vicdanları var sızlamaz” babındaki öğretisi tam da günümüzü tasvir ediyor.

Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…