Aile olmak, insanlık tarihi ile başlayan ve her geçen gün çok daha büyük önem arz eden bir süreçtir. Bu önemli süreçte ailenin, içerisinde barındırdığı bireyleri ve yapısını oluşturduğu toplumları sağlam bir zemine oturması elzem olmuştur. Aile olmak, kanaatimce eskiden çok daha güzeldi. Dede, nine, baba, anne ve bütün kardeşler aynı avlu içerisindeki bir evde hep birlikte yaşarlardı. Yaşlılar huzurevlerine gönderilmez, kaderleriyle bir başına bırakılmaz ve ayrı evlerde yaşamalarına rıza gösterilmezdi. Birlikte yaşayarak onların tecrübelerinden yararlanılır ve hayır duaları alınırdı. Küçük çocuklar büyüklerin ninnileri, masalları, nasihat ve öğütleriyle büyürdü. Kimsenin öyle ayrı odaları, ayrı yatakları, ayrı masaları, ayrı telefonları… yoktu. Önemli bir karar alınacağı zaman genellikle istişare edilir ve aile büyüklerinin tecrübelerine saygı gösterilirdi. Ne güzeldi eskiden değil mi? Akşam yemeğinde mazeret kabul edilmeksizin herkes yemek vaktinde hazır bulunur, sofranın etrafında bağdaş kurardı. O an sofrada bulunan aile büyüğünün “Haydi buyurun, afiyet olsun.” demesi ile yemeğe başlanırdı. Yok efendim toplantım var, yok efendim bekarlıktan kurtulma partisine katılacağım, yok filanca sanatçının konseri var, yok yemeğimi odamda yemek istiyorum kesinlikle kabul görülmez ayıplanırdı. Akşam yemeğinin ardından bir sonraki gün yapılacak işlerle ilgili bir planlama yapılırdı. Kim nereye ne zaman gidecek? Kim ne iş yapacak...? Kim kiminle birlikte gidecek? bilinirdi. Güneş, gündüzle vedalaşıp aydınlık karanlığa teslim olduktan sonra evin yaşlıları odalarına götürülür ve genellikle süt ikram edilirdi. Diğer herkes, en geç saat dokuz-on gibi dinlenmeye geçer, uyumaya çalışırdı. Öyle saat ikilere, üçlere kadar internette gezineyim, sosyal medyada abuk subuk dedikodularla zaman geçireyim, sabah on bir- on ikilere kadar uyuyayım olmazdı.  Geceyi gündüze, gündüzü geceye çevireyim asla kabul edilmezdi. Çünkü eskiden en kaliteli uykunun gece saat on bir ile sabah saat dört arasında olduğu çok iyi bilinirdi. Gerçi şimdikilerde biliyor ama… Henüz güneş doğmadan herkes işine revan olurdu. Dinlenmiş zinde bir vücut, ailesine bağımlılık ve sorumluluk duygusu içerisinde yeni bir güne başlanırdı. Akşam yemeğinde yapılan planlamaya herkes harfiyen uymaya çalışırdı. Öyle kimsenin alarm saati defalarca çalmaz, ertelenmezdi. Zavallı anneler hadi kızım uyan, hadi oğlum bak geç kalıyorsun, servisçiye mahcup oluyorum gibi bir derdi olmazdı. Okula gidecek çocuklar evde kahvaltısını yapar, derste uyuklamazdı.  Beş on dakikalık bir teneffüs arasını kantin sırasında belemez, elinde ne olduğu, nasıl hazırlandığı bilinmeyen bir şeylerle sınıfa koşmazdı. Evdekiler, kendi aralarında kahvaltılarını yapar, kuşluk vakti hazırlanan azıklar öğleye doğru çalışanlara gönderilirdi. Akşamüstü eve gelindiğinde hatunların gözü beylerin elindeki poşete kalmaz, yorulan bedenlerin dinlenebilmesi için ne gerekiyorsa ziyadesiyle yapılırdı. Ailedeki bütün bireyler üzerine düşeni yapınca kazançları bereketli olur, hiçbir sıkıntı yaşanmazdı. Sevgi, saygı, nezaket ve zarafet hâkim olurdu. Herkes aza kanaat eder, şükretmeyi bilirdi. Kazanan huzur, mutluluk ve güzellik olurdu. Belki de bu yüzden her imkânın fazlasıyla olduğu ancak sağlığın, hoşgörünün, dostluğun tam tersine azaldığı ve eskiye daha çok özlem duyulduğu ön plana çıkıyor, kim bilir? Ne diyelim?.. Umarım her şey eskisinden de daha güzel olur. Aile olma sıcaklığının bir ömür boyu hayatımızda eksik olmaması dileği ile… Uzm. Öğrt. Aziz ÖZBİLGİÇ azizozbilgic@gmail.com